Friday, November 16, 2012

Hayat Bir Oyunculuk Atolyesi

Çocukluğumdan beri meraklıyımdır…

İnsanların kendilerinin bile bilmediği onlara ilişkin dolambaçlı duyguları, tepkileri, davranışları anlamaya…

Tahmin etmeye…

Bunu en çok kendime meraklı olduğum için yaparım aslında…

İnsanları anlamaya çalışarak kendimi tanımak isterim.

Saatlerce bir kafede, otobüs durağında, bankalarda, sokaklarda insanları izlerim…

Küçücük, kimselerin fark etmeyeceği hareketlerine bakarım…

O hareketten koca bir hayatı anlamaya çalışırım.

Ve hep saklananları görürüm nedense…

Hepimiz onları görürüz aslında bakarsak…

Sakladıklarımızı görünmez sanmamız kendimizi akıllı, diğerlerini aptal sanmamızdandır…

Hepimiz itinayla gerçek ‘biz’i saklıyoruz…

Peki gösterdiğimizin ne kadarı gerçek biziz?

.......

 Sevip de söyleyemediğim, özleyip de açıklayamadığım neler var…

Korkaklıklarım, kaygılarım mı var diplerde yoksa cesaretim mi bir işaret bekliyor benden su yüzüne çıkmak için…

Bilmek istiyorum.

Düşünsenize çoğumuz ‘günahtan’ korktuğumuz için hayallerimizi kendimizden saklayıp Tanrı’yı bile kandırmaya çalışıyoruz…

Şimdi günahları sevmiyor muyuz yani biz?

......
Bbir oyuncunun sahnede olduğu kadar özgür olmak istiyorum hayatta…

Bedenimi, sesimi, ruhumu tam da istediğim gibi yönetmek istiyorum…

Sınırlarımı, korkularımı, egomu, ihtirasımı salıvermek istiyorum…

Derinimde ne olup bittiğini sezmek istiyorum…

Ne kadarım kendi sahtekarlığıma esir onu anlamak istiyorum…

Kilit altında sakladığım gerçek duygularımı görmek istiyorum…

Gerçekten düşündüklerimin ne kadarı hayatıma yansıyor, neler var söylemediğim kuytularımda, bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla ya da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp ortalara dökülecek neler biriktiriyorum içimde bilmek istiyorum…

.................

 Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...? ? ?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...? ? ?

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...? ? ?

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak..

Ahmet Altan



Sunday, November 11, 2012

Cry if you need to





The hardest part about moving on is that realizing that the perception you had of someone is an illusion. That person is nowhere near who you thought they were. They did not care for you half as much as you thought they did. You allowed their fakeness to become your reality. Now it is up to you to de-create them and just accept them for who they truly are. In some cases, that means accepting them for the complete jerk that they are. In my case, I will not say that he is a complete jerk. Then again, I actually don’t care! I have deleted this man from my life and I plan to do so forever...

So indeed the hardest part about moving on is forgiving yourself and saying to yourself that you will never fall for it again… but then again you don’t really know how you fell for it the first time…… Therefore, you forgive yourself but you never forget and fight with yourself about how “guarded” you should be when the next man comes along.  When you are at the point that you can completely let your guard down again, you have indeed moved on. However, this I must say is the hardest part.


Just A Thought…

Tuesday, November 6, 2012

The Book of my Enemy Has Been Remaindered

The book of my enemy has been remaindered
And I am pleased.
In vast quantities it has been remaindered
Like a van-load of counterfeit that has been seized
And sits in piles in a police warehouse,
My enemy's much-prized effort sits in piles
In the kind of bookshop where remaindering occurs.
Great, square stacks of rejected books and, between them, aisles
One passes down reflecting on life's vanities,
Pausing to remember all those thoughtful reviews
Lavished to no avail upon one's enemy's book --
For behold, here is that book
Among these ranks and banks of duds,
These ponderous and seemingly irreducible cairns
Of complete stiffs.

The book of my enemy has been remaindered
And I rejoice.
It has gone with bowed head like a defeated legion
Beneath the yoke.
What avail him now his awards and prizes,
The praise expended upon his meticulous technique,
His individual new voice?
Knocked into the middle of next week
His brainchild now consorts with the bad buys
The sinker, clinkers, dogs and dregs,
The Edsels of the world of moveable type,
The bummers that no amount of hype could shift,
The unbudgeable turkeys.

Yea, his slim volume with its understated wrapper
Bathes in the blare of the brightly jacketed Hitler's War Machine,
His unmistakably individual new voice
Shares the same scrapyard with a forlorn skyscraper 
Of The Kung-Fu Cookbook,
His honesty, proclaimed by himself and believed by others,
His renowned abhorrence of all posturing and pretense,
Is there with Pertwee's Promenades and Pierrots--
One Hundred Years of Seaside Entertainment,
And (oh, this above all) his sensibility,
His sensibility and its hair-like filaments,
His delicate, quivering sensibility is now as one
With Barbara Windsor's Book of Boobs,
A volume graced by the descriptive rubric
"My boobs will give everyone hours of fun".

Soon now a book of mine could be remaindered also,
Though not to the monumental extent
In which the chastisement of remaindering has been meted out
To the book of my enemy,
Since in the case of my own book it will be due
To a miscalculated print run, a marketing error--
Nothing to do with merit.
But just supposing that such an event should hold
Some slight element of sadness, it will be offset
By the memory of this sweet moment.
Chill the champagne and polish the crystal goblets! 
The book of my enemy has been remaindered
And I am glad.