Monday, October 24, 2011

Dongu

Kağıda yansıyor ay.
Küçücük bir şehirde, kaybolmuş bir binanın üst katında,
bir umut yükseliyor.
Bir ay yükseliyor,
döngüsüne sadık.
Bir umut yansıyor kağıda,
insanlığa sadık.
Binalarına hapis,
hapislerine yüz çeviren,
insanlık döngüsüne sadık.
Ay yükseliyor,
sanki ilk defa dermişcesine,
deniyor bu sözler.
Bu ilk umut değil,
bu son umut değil.
Döngüsüne sadık,
varlık,
sessizce,
ilerliyor.

Gururlu ama cok Kirilganlardan....

Ingeborg Bachmann

“Bir adam, vitrininden ne dükkanı olduğunu anlayamadığı bir dükkâna girer ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar. ‘Biz düş satarız’, der adam. Müşteri ilgilenir. Satıcı adama üç düş gösterir. Müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir. O düşte kendini görmektedir: gerçek yaşamda, ilişkilerini doğru dürüst yaşayamayan biridir ama gördüğü düşte, başta kendi kişiliği olmak üzere, her yaşadığının ahlâkını savunmakta kararlı biri olup çıkmıştır… Beğendiği düşün fiyatını sorar. Satıcı, ‘yaşamınızın birkaç yılı’, diye yanıtlar. ‘Anlamadım’, der müşteri, ‘parayla değil mi?’.Hayır, biz düşlerimizi, müşterilerimizin hayatlarının bir bölümü karşılığında satarız’. Peki şu birkaç yıl.. biraz fazla değil mi?’. ‘Hayır. Bizde öyle düşler vardır ki, karşılığında bütün bir hayatı isteriz!… Müşteri, düşü almadan dükkândan çıkar ve eski yaşamına döner. Düşlerine layık olmayı göze alamamıştır.”
 ............

Chuck Palahniuk

Ben ihtiyaç duyulmak istiyorum. Benim birisinin hayatında vazgeçilmez olmaya ihtiyacım var. Bütün boş vaktimi, egomu ve dikkatimi yiyip bitiricek birine ihtiyacım var. Bana bağımlı biri. Karşılıklı bağımlılık.

William Saroyan

"Gerçeğin anlamı neyse oyunun anlamı da odur. Bu da, bendeniz yada bir başkası tarafından, "efendim, bu oyunun anlamı..." diye başlayan cümlelerle ifade edilebilecek bir anlam değildir. İnsan gerçek bir şeyde, mesela dünyanın kendisinde, bir şehirde, okyanusta, uçan bir kuşta, bir adamın ölmesinde ya da bir bebeğin dünyaya gelmesinde anlam aramaz.

Bu türden açıklamaları, her şeyi açıklayabilen ama hiçbir şeyi anlamayan dev entelektüellere bırakıyorum."

Elias Canetti

''Tıpkı gördüğün gibiyim''der maske,

''ve korktugun şey ardımda...'' 
Milan Kundera
"Kendine tek bir soru sor: İnsan gerçeği ne diye söylemeli? Bizi böyle yapmaya zorlayan ne? sonra, içtenliği niçin bir erdem olarak görmemiz gerekiyor? Farzet ki, bir balık olduğunu ve bizim hepimizin de balık olduğunu ileri süren bir deliyle karşılaştın. Onunla tartışır mısın? Ona yüzgeçlerin olmadığını göstermek için önünde soyunur musun?"

Marcel Proust

" Biz bile bilemeyiz çoğu zaman neyi neden hissettiğimizi. İsmi konmadığı zaman daha çok hoşumuza gider bazı şeyler. Kontrolümüz altında olduğunu düşünüyoruz belki bu şekilde, bilemiyorum. ya da sadece o kadarını istiyoruz.

İltifatlar, imayla ifade edilen hoşlanmalar. Bazen bunun ötesini istemiyor olabiliriz, bunun ötesine geçince ne yapacağını bilemiyor olabiliriz. Ne bileyim belki de böyle değil belki de böyle"

...oysa aska iliskin anilar, hafizanin genel yasalarinda bagimsiz degildirler; hafizanin kurallari da, aliskanligin daha genel yasalarina tabidirler. Aliskanlik herseyi zayiflattigi icin, bir insani bize en iyi hatirlatan sey, aslinda unuttugumuz seydir (onemsiz oldugu icin unutulmus ve bu sayede butun gucunu koruyabilmistir cunku). İste bu yuzden, hafizamizin en guclu kismi bizim disimizda, cisentili bir ruzgarda, bir odanin rutubet kokusunda veya yanmaya baslayan bir atesin ilk andaki kokusundadir; kendi benligimize ait, zekamizin ise yaramaz diye kucumsedigi seyi, gecmisin son ve en guclu kalintisini, butun goz yaslarimiz dinmis gibi gorunurken hala bizi aglatabilen seyi buldugumuz her yerdedir. bizim disimizda mi? daha dogrusu icimizdedir, ama bizim kendi bakisimizdan gizlenmis, iyi kotu devam eden bir unutusa gomulmustur. ancak bu unutus sayesindedir ki, arasira eski benligimizi bulur, olaylar
karsisinda o eski benlik gibi tavir alir, artik kendimiz degil, o insan oldugumuz icin ve simdi bizim ilgisiz kaldigimiz seyi o insan sevdigi icin, yeniden aci cekeriz. gunluk hafizanin parlak aydinliginda, gecmisin hayalleri yavas yavas solar, silinir, sonunda geriye bir sey kalmaz; onlari bir daha bulmamiz mumkun degildir artik. daha dogrusu, bazi kelimeler ozenle unutusa
gomulmus olmasaydi, bu hayalleri bulmamiz mumkun olmazdi; tipki bir nushasi ulusal kutuphane'ye teslim edilmeyen bir kitabin bulunmasinin imkansiz olabilecegi gibi. 



Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geriye dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin ve büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir




Sunday, October 23, 2011

Duygulari dile getirme cabasi...

Yazi yazmaktan anlamiyorsun, siir senin neyine diye sesler duyar gibiyim. Bunlarin hepsini kulak ardi edip, duygularini dile getirmeyi deneme cabasi benimki..

Korkuyorum düş yumagı gibi kırgınlıklarımdan,
Yalnızlıklarimdan,acılarimdan,kederlerimden
Bütün ihanetler, hakaretler
derin bir iz bırakıyor yüregimde..
Mutsuz ve yalnızım kalabalıklar içinde,
bütün kırgınlıgımı içime atıp
arkama bakmadan gitmek istiyorum.
Son bir kez ardimda biraktiklarima,
bagırmak haykırmak istiyorum içimdekileri...
Ama yapamıyorum nedense,
ve kaçıyorum..
Ve ruhum giderken sessizce haykiyor:
Sen heeyyy sen!!
Bir kez olsun dinle beni
acı çekiyorum görmüyorsun
haykırıyorum duymuyorsun!!
İzin ver bir kez olsun içimden geldigi gibi konuşayım seninle..
İzin ver dökeyim içimdeki tüm kirginliklarimi sana...
Bir seferlikte olsa sen sus ben konuşayım!
Bir kerede sen dinle beni
Gidiyorum bak!!
Gidiyorum yüreginden agır agır
uzaklaşıyorum adım adım senden,
ve ruhum agliyor her adımımda..

Gülmek,korkularimin kirginliklarimin
uzerini sikica kapatmak istiyorum
Bir daha acilmamak uzere
Ve şimdi sadece gidiyorum
bırakıyorum tüm kirginliklarimi sana..

..................

Yuruyorum,
Sonu gelmeyen dar sokaklarda.
Dusluyorum,
Seni, imkansizliklari..
Adim adim ilerliyorum,
Yaklasiyorum sana
Geceleri ruyalarimda bana fisildiklarinla,
Ve tekrar dusluyorum,
Bitmeyen özlemimi
Sana olan hasretimi
Yürüdükçe bir adim daha yaklasiyorum sana,
Bir adim daha geliyorum
Sana her yaklastigimda
Binlerce engel, imkansizlik cikiyor onume
Anliyorum ki imkansiz sana ulasmak
Imkansiz sana tekrar sarilmak,
Imkansiz seni tekrar gormek
...



Thursday, October 20, 2011

Bozuk Saat


Hani bazen, hayatın içinde kaybolmuşluklar vardır.Yok olursunuz  karmaşa ve belirsizlikler içinde...

Çaresiz ve yorgun...

En zoru ruhunuzun yorulmasıdır ya hani...Beden yorulmaz ,yorulsa da geçer gider...

Her şey sizi etkiliyorsa hele işte o zaman daha çok yorulursunuz, hayatın acımasızlıklarında , kaybolursunuz.

Kimse anlamaz halinizden , kimse bilme derdinizi....Oysa bazen ülkenizin hali sizi etkiler ve dert edersiniz 
kendinize..Bazen de sizi anlamayan sevdiklerinize gizlice kırılırsınız..

Ve onlar üzülmesin diye dile getirmezsiniz kırgınlıklarınızı.Hayat gittikçe manasızlaşır.

Eğer  herşeyden etkileniyorsanız, herkezi önemsiyor herkes için üzülüyorsanız daha da çekilmez olur size hayat.

Hani hep dersiniz ya beni kimse anlamıyor..

Bir gün biri çıkar sizi anlayan,derdinize çare olan,küçük bir sözünüzden bile yüreğinizden geçeni anlayan......

Yine yanıldığınızı anlarsınız.Bir bakmışsınız anlaşılamamışsınız.....

Yok olmak istersiniz ya hani hayatın içinde, bazı zamanlarda......Boğulursunuz ya hani....

Geçecek bu dersiniz ya hani bitmek bilmeyen dertlerlerle boğuşurken,gizlice ağlarsınız ya hani....

Tam da yoluna girmiş sanırsınız ve tamam işte tüm olumsuzluklar bir bir yok oluyor dersiniz ya hani...

Bir bakmışsınız, hayatınızı verdiğiniz sevdikleriniz sizi üzer ya.....Bana bunu nasıl yapar dersiniz ya hani....

Yüreğinizi verdiğiniz, hayatınızı adadığınız bile anlamaz ya sizi hani.......

İşte o anda bitersiniz..........İşte o an ölümden kötü gelir yaşadığınız duygular.

Birden karşınıza bir şey çıksa da gülümsesem dersiniz.Güzel bir şey..Olumlu ve mutlu eden bir şey..

Bir güzel söz ya da bir tatlı tebessüm belki rahatlatacak sizi..Yanınızda olduğunu bildiğiniz birileri..Sizi hep anlayan...Asla yargılamadan, sorgulamadan, eleştirmeden anlayan...

Yalnızca yüreğinizi bilen size inanan ve hep destek olan......

Belki rahatlatacak sıkışan yüreğinizi...

Boğulursunuz ya bazen bir nefes ister hayata dönmek için hani insan..Bulamazsınız yanınızda hiç kimseyi......

Oysa ki herşeyinizi verdiğiniz ne çok insan vardır çevrenizde....

Yüreğinizi verdiğiniz........

Hani kaybolmak ister ya insan bazen.......

İşte bir anlikta olsa onu yaşamayan yoktur bu hayatın içinde.......

Monday, October 17, 2011

......



Hadi küstün diyelim dünyaya…
Ne olacak? Duracak mı dünya ?
Senin barışmanı beklemeyecek ki...
Aynı acımasızlıkla dönecek  ve yine başını döndürecek…

Ağır gelse de hayatın yükü, zor da gelse  gelecek korkusu
Kabuğuna çekilmeyeceksin  bu dünyada….
Kalkacaksın ayağa,  şöyle bir silkeleneceksin….
Ben varım diyeceksin,  BENDE VARIM…
Ağlasan da güleceksin…
Korkarsan dikleneceksin…
Meydan okuyacaksın her zaman …
Savaşacaksın…

Ve dünyayı kendi etrafında döndürmeye çalışacaksın…
Dünya sana küsecek belki…
O kadar büyütme gözünde…
Altı üstü küçük bir top değil mi dünya dediğin…
Doğrularından,  bildiğinden şaşmayacaksın…
Her şeye inat BEN VARIM diyeceksin…

BENDE  VARIM….

 ..............


Oyuncak bebekleri sevmedim çok
Evcilik oynamayı...
Alkışı sevdim
Bıçak sırtlarında dolaşmayı
Tehlikeli sularda seyredip pupa yelken
Geçici emniyetlere ulaşmayı
Kadınları, erkekleri, romanları
Hele başkaldıranları..
Acılarım oldu herkes gibi elbet
Herkese kısmet olmayan sevinçlerim
Unutulmayı da göze aldım, evet
Hayat sana teşekkür ederim...

Sunday, October 16, 2011

Dunyanin merkezi...


Butun ilahi dinlerin kitaplarinda, vatandaslik kitaplarinda, felsefe ve psikoloji kitaplarinin cogunda yer alan bir ilke vardir:  “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran” dır. Bu sözün sınırını,kisisel olarak hepimiz ayri cizeriz ama genel olarak, baskalarina kotuluk yapmayacak, onlari incitmeyecek sekilde davranmak olarak cozumleyebiliriz. Gel gelelim gunluk hayatta, karsilikli -resmi ve resmi olmayan -iliskilerimizde bu söz ilişkileri geliştirip kolaylık sağlamak şöyle dursun, ilişkileri bozar ve hayatı zorlaştırır.

“Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına aynı biçimde davran” demek, “Herkes benim gibi olmalıdır” veya “Benim istek ve beklentilerim herkes için geçerlidir” demekten farklı değildir.

Bir arkadasimla dun aksamki diyalogumdan sonra, onun yaptigi gibi kendimi sanki “dunyanin merkezi benmisim” gibi dusunmeye karar verdim. Once “ben daha birsey soylemeden- git basimdan” vurgusunu kullanip, ayni imayi ben yaptim. Sonrasinda arkadasimin her zaman yaptigi “dunyanin merkezi benim” tutumu takindim. Ilk basta nasil olur, becerebilirmiyim diye cok dusundum. En sonunda humanist olmayi unutup, bir kac saatligine bu role burundum. Bana eski yillarda tiyatro sahnesindeki tadi vermesede birkac saat boyunca bu rolun gerektirdigi gibi davrandim. Ve bu tutumdan duydugu rahatsizligi gordum. Kendimi “neden rahatsiz oluyorsunki!” demekten geri alamadim tabiki.
Hatirladigim diger bir ornekte eski yillarda benimde yer aldigim bir arkadas gurubundan. Bu guruptan bir arkadasim yeni tanıştığı insanlarla hemen senli-benli olur, isimleriyle hitap eder ve yarı müstehcen fıkralar anlatmaya başlardı. Bunun pek uygun kaçmadığı kendisine hatırlatıldığı zaman da, “Ama onlar da bana aynı şekilde davranabilirler, ben buna izin veriyorum ve ben de bundan hoşlanıyorum” anlamına gelecek bir şeyler söylerdi.

İş hayatımda ve sosyal hayatta bu ilkenin dayandığı varsayımın verimliliği ve ilişkileri olumsuz yönde etkilediği çok sayıda örnek gördum ve gormeyede devam ediyorum.

Yöneticiler işe insan seçerken kendi ayna hayallerini tercih ediyorlar. Kendilerine bağlı çalışanları motive ederken de , kendilerini motive eden her ne ise, onu motivasyon öğesi olarak kullanıyorlar. Birçok yöneticinin ağzından şuna benzeyen sözleri defalarca cikmistir. “Ben işe yeni başladığımda, yöneticim bana bir şey söylediğinde bunu yapmak için dağları delerdim, ovaları aşardım”. Bu ifadenin arkasında, herkesin kendisi gibi olması gerektiği varsayımı yatar. Yöneticiye göre kendisini motive eden her ne ise, çalışanını da motive etmesi edecektir.

BAHÇEVANLARI ÖRNEK ALIN

İyi yöneticiler, iyi öğretmenler, bahçevanları örnek alırlar. Bahçevan her çiçeğin ve bitkinin gelişmesi için farklı su, sıcaklık, ışık ve bakıma ihtiyaç duyduğunu belirler. Onlar da astlarının, öğrencilerinin bireyselliğine ve özgün kişiliğine saygı gösterirler.

İyi öğretmenler gibi iyi yöneticiler de her bireyin farklı olduğunu ve empatinin, herkesin duygularını kendi duygusu gibi kabul etmek anlamına gelmediği bilir. Bu nedenle genel ahlak öğretisindeki kuralın aksine, “herkese kendisine nasıl davranılmasını istiyorsan, öyle davranmak gerekir.” Bunun içinde sıradan öğretmenlerin ve yöneticilerin yaptığı gibi “genelleyerek” değil; insanların hayatında iz bırakan öğretmenlerin ve iş liderlerinin yaptığı gibi “bireyselleştirerek” yaklaşmak ve yönetmek gerekir.

“Peki nasil bireysellestirecegim? ““Nereden bileceğim?” , “Bunun da birkaç yolu var. Bu yollardan bir tanesi tek kelimelik bir cevap : “Sorun” ikincisi, karşınızdakinin beden diline dikkat edin.

Genelleyerek değil, bireyselleştirerek, etrafimizdaki insanlari tanimak gerekir. Bunun yolu da ona zaman ayırmaktan geçer. 

Bu tarz bir surecte bu kisiyle birlikte oldugunuz zaman dilimi icinde, birçoklarının yaptığı gibi kendisi konuşup, karsisindakine ders vermek veya “ne kadar hayran olunacak bir insan olduğunu”, anlatmak yerine onu anlayacak sorular sormalisiniz tabiki.

Thursday, October 13, 2011

My Brilliant Career



Everyone seeing a film for the first time makes a value judgment, even if it is only based on an emotional response but the humanist goes back to probe these initial responses more deeply. The humanist approach seeks to learn what film can tell about the human condition by searching for the answers to several questions asked of other art forms: What kinds of ideas—political, religious, historical, or philosophical—are hidden beneath the surface of film? What sort of symbols are used to convey these ideas? Who is the artist behind the creation of the film?
 ........

My Brilliant Career is one such story that imparts truth through the moral conflicts, confrontations, and choices made by the main character Sybylla—and provokes a powerful emotional response. A timeless masterpiece authored by women for women, this tale addresses sexism in a patriarchal society and oppression of women but contains hope through our heroine’s drive and determination to break free of the boundaries set for her by a male-dominated society.

Though Miles Franklin’s novel was published in Edinburgh, Scotland in 1901, it remained a pertinent story for Director Gillian Armstrong to re-author, in the form of film, in 1979. And it is still relevant today as it follows a young girl’s hungering for life, love, and freedom in the outback plains of New South Wales. “…underneath its extravagances and its melodrama, which have their own charm of period, Miles Franklin’s spirit flashes indomitably; and in its picture of country life and in its image of the rebelliousness of youth there remains an abiding vitality” .

Judy Davis, “Australia’s best known leading lady,” received wide acclaim for her portrayal of “the defiant heroine in Gillian Armstrong’s My Brilliant Career” . Davis—perhaps just a particle too pretty for a young woman described by her mother as useless, plain, and Godless—indeed gives a stunning performance as Sybylla. She is completely believable in her role of the recalcitrant young woman who dares to challenge the prescriptions of patriarchal society.

The theme of this film concerns the breaking of barriers of oppression set forth for women by men who would have them stay focused on marriage, children, and serving males needs. Armstrong reveals the theme through Sybylla’s determination not to follow the dictates of a male-dominated society and marry Harry but, instead, to acknowledge who she is as a person—to seek her own dreams in the world of literature and words. Sybylla’s refusal to succumb to society’s mold of a respectable woman, is a show of strength for women in breaking down barriers constructed by men to keep women in their service. “I want more than a pretty dress,” she exclaims.

This is not to say that Sybylla’s choice is an easy one. She is obviously ambivalent about leaving Harry behind as she sets out to form her own future. Armstrong does not minimize the difficulties women must face in making choices to reject the status quo. Sybylla is not portrayed as an uncaring, unconcerned, non-sexual female but rather as a sensuous woman with a passion for life, love, and family. Her paradoxical nature causes her no small pain, but she is certain that if she does marry Harry she will soon render him helpless and miserable. She knows she will cause him pain either way but it is the lesser pain he will have to suffer by her leaving him now before the damage is done. When Harry tells her he wants to marry her and asks, “Don’t you trust me?” she replies, “It’s me I don’t trust. The last thing I want is to be a wife out in the bush. Maybe I’m ambitious, selfish, but I can’t lose myself in someone else’s life when I haven’t lived my own yet. I want to be a writer. I’ve got to do it now and I’ve got to do it alone” When Harry asks, “Don’t you love me a little?” she replies, “Yes, but I’d destroy you and I can’t do that.”

While Armstrong guides us through this story with apt attention to Sybylla’s rebellious nature and unwillingness to conform—almost always followed by warnings from her mother, suitors, grandmother, and aunt that she must learn to “cultivate feminine values”—this film is not just about one woman’s plight. It is also a politically motivated film about the oppression of women—as a group—through boundaries and barriers established and promoted by society. Throughout the film, Armstrong employs unique and symbolic pictorial views of these boundaries and barriers through the use of fences, cages, and class conscious societal traditions such as table, parlor, and conversational manners required of respectable people.

Armstrong’s frequent use of fences is extremely effective. Fences are built as control measures, either to keep someone or something contained or to keep someone out of a contained area. These symbols of control and containment guide the film-goer through the entire story. There is an irregular wooden fence in front of Sybylla’s family farm which could be interpreted as a boundary which hems her in. When she arrives at her grandmother’s house, she must pass through a white picket fence and tall archway, indicating she is entering a place of respectability and expected reserve. In another scene, Uncle Julius suggests to Grandmother that Sybylla should be an actress but Grandmother responds that she would rather see her hair shorn off and have her put into a convent. There quickly follows a shot of Sybylla walking along the fences that border the sheep pens—the message clearly indicating that women have little more rights than the lowly sheep. In yet another scene, Armstrong sets Harry and Sybylla on opposite sides of a fence, showing their division of attitude and thought.

Surrounded as Sybylla is by the class conscious expectations of societal traditions, she refuses to conform. When one of the male dinner guests at Aunt Gussie’s ball remarks, “I’ve just bought a fine new bull,” Sybylla decides to respond as a man might. “That ought to make a few cows happy,” she jokes to the astonishment of her companions. Sybylla is warned that her willfulness will get her into trouble…but she is not afraid.
In the final scene, piano music of Sybylla’s childhood accentuates the successful completion of her book. Her journey to fulfilling her dream of becoming a writer finds its conclusion as she steps beyond the garden gate, places her book in the mailbox, and leans against the fence that might have kept her from her goal. My Brilliant Career contains hope for all women, putting us in tune with our own abilities and confidence to fight the constructs of male domination—flee the cage, tear down fences if necessary, and take up our places in the world as individuals with important issues and choices.

My Brilliant Career nurtures the spirit of wild creativity and determination in women. It urges us to keep faith in ourselves, to realize that we can reach out to take control of our lives, to understand that we may refuse to be molded into submission by a patriarchal society. While My Brilliant Career is a portrait of a young girl growing into womanhood and defying the unreasonable requirements of class respectability, it is also a vehicle for feminist cause and necessary change for the future of women. The individual women artists who have made this film possible are to be congratulated for creating a work of art that will continue to cause women—and men—to question the morality of a patriarchy that presses women into the service of men.

Tuesday, October 11, 2011

Cheap Decorating Ideas

So, you finally have the guts to move out your parent's house. You are so excited to decorate your very first pad...You're too eager to buy stuff that will look good on your new place..At last, you will be your own boss...No one has a say on how your house should look like, but you. You can now show the world how creative you are when it comes to making your house look great and well maintained... But there's one little problem...YOU DON'T HAVE ENOUGH MONEY.

Oh, well, you can always make your first apartment look fabulous without really buying pricey furniture and stuff. You need not max out your credit card, nor withdraw your money at the bank up to the last cent. There are ways that you can decorate your place still with style, without going overboard. I'm sure you want to still have money to buy food for your new home after.


BEING CREATIVE AND RESOURCEFUL

For novices, you just need basic furniture and appliances, until such a time that you already have money to splurge on other not-so-important stuff.

First rule of the thumb-BE RESOURCEFUL. You can ask your mom to give you the ancient coffee table that they stocked in the garage. Sure, we want to have brand new furniture for our new home, but if you really can't buy new things, why not improvise a little, right? If you don't have a magazine rack, scatter your magazine collections on one part of the room. For your cd's, pile it in one place for the meantime if you can't buy a cd rack. If you can afford to buy one, again you should be creative as you can.




You can be as creative as you can when decorating your new house, even you're on a fixed income. For instance, instead of buying cushioned sofa's that will cost a fortune, you can go to mall , and check all the displays then finally you can get  4 big-sized floor pillows that serves as your sofa.You can match it with a rectangular wooden center table, topp it with japanese candles...As a result you have a zen-type living room.


Always check out for sales. You can go to the thrift stores found just everywhere. If something catches your attention, visualize. Imagine if it will look good on your house, or if it will complement with the items that you already bought. Since guests will be sitting practically on the floor (because of the floor pillows), might as well buy a carpet that will match with your design. There's a lot of websites that has the best deals in the market. I'll go for oriental rugs if you ask me. To match the mood that I already set.

Lamps will add style to your house. There's a lot of lamps that are not really pricey like you think. Floor lamps look sleek, settle with the natural colored ones. Make it as simple yet stylish as you can, but never overdo with decorations. Add dimmed lights to some crucial parts of the room. Candles will also looks remarkable and relaxing. You can create your own candles if you have time.





As for your dining room, you need to look for REAL chairs and REAL table. Since you will just use floor pillows for your sofa, find best deals on dining sets. You don't want to have cramps on sitting on the floor forever, don't you? There's a lot of great finds at wallmart.com, check bargains online, or go to garage sales. place a center piece vase or candle on the table.  If the table is a little rusty, cover it with a fabric that complements the color of the room. Then, add some lighting to make the mood different.




For your walls, one good option is to place your pictures. Buying a painting is not sensible.  Yes, it really feels nice to have a painting pasted on your wall, but it's not worth your penny for the time being.  You can buy good frames at garage sales and thrift shops.


You can do anything in your bedroom. You can decorate it however you want. It's yourown world.  It's your room in the first place so NO ONE has ANY right to ask you to re-decorate it or something.  Now, to cust down on the cost, instead of buying a bed frame, mattress will do.  Buy tons of pillows to make it look comfy. Buy a lamp add style.  




Thursday, October 6, 2011

Gitmek mi daha zordur yoksa kalmak mi?













"Gitmek mi yitirmektir kalmak mi?
Bilmiyorum.
Yerini yadirgayan esyalar gibiyim..”


Sensiz gelen her sabaha sensiz gunaydin demek…Sen yokken nedenli ama nedenini tam olarak bilemedigim bir bosluk var yuregimde… Sen gittin. Ardinda ise ritmi bozulmus bir kalp biraktin:seni her hatirladiginda, resmine her baktiginda uzgun atan bir kalpler…..

Neden sonra gozlerimdeki yaslar suzuldu.Icimin acigini oylesine hissettimki! Caresizligi ilk kez bu kadar guclu hissettim. “Gitme, dur! Sen gidersen benim hayattaki en buyuk destegim gider.” bile diyemedim. Gidisinin ardindan sadece nemli, islak ve kanli bir bakisla bakakaldim. Gunlerce icimde bir umut, kucukte olsa bir umut tuttum gelecegine dair. Hatta onceleri senin pervasiz gidisine kizdim, biraz da icerledim. “Nasil?” diye sordum defalarca kez. Tek duydugum, anladigim, gordugum arkanda biraktigin koskocaman bir toz bulutuydu. Aramizda o kadar buyuk mesafeler vardiki artik! Nerde oldugunu, ne yaptigini dahi bilmiyordum… Belki sana komik gelecek ama bazen “Acaba iyi midir?” diye senin icin endiselenmekten kendimi alamiyordum.


….. Her sabah uyandigimda aynanin karsina gecip hayata meydan okurcasina soruyorum: “Yetmedi beni yordugun?”Neden her seferinde acimasizligini benim uzerime, sevdiklerim uzerine oynamak zorundasin? diye.…Her sorusumdan sonra  bana bir kenardan bakip kis kis guldugunu duyuyorum nedense bu aralar. “Cok acimasiz oluyorsun bana karsi” deyip soyledigimi yineliyorum zaman zaman. Bana dev suluetinin ardindan verdigi tek cevap: “bu sana oynadigim diger bir oyun:kalan olmak mi yoksa giden olmak mi daha zor?”Ustune ustuk bunun cevabini bulacak olan da sensin diyor sonrasinda… Her diyisimin ardindan “Ama ben gidenin yokluguna alisamadim” dememe firsat bile vermiyor


…..


Sanirim kalan olmak giden olmaktan zor.
Kalan, yani ben, kardesin, annen, baban..!
…..

Kalmanın nedenli zor olduğunu bilemezsin.Çekip gidenin ardından hep bir parçan eksik olarak etrafta dolasirsin. Icinde kocaman bir yalnizlik vardir.Yarinsiz bir yarimi hep yureginde tasirsin.Oyle bir eksik  ki onsuz yasamayi: bir ot misali, agac misali duygusuz yasamak olarak gorursun!
Her gunu onsuz yaşamaktasındir artik..

Büyük umutlar beslersin gönül kafesinde,bir yaşamak çıkarırsın küçücük avuçlarından.Ve anlarsın yaşamak;onlu yada onsuz yaşamaktır.Giden bilmez senin yarım kalan eksik yanını…

Oysa sen!

Yalnızlığında konuşursun.Her onsuzluğu düşündüğünde beyninde kurduğun tüm hayellerini yıkar, bulaniklastirmaya calisirsin.İnsanda bitmeyen umuttur.Ve umut senin tüm şansızlığına rağmen en büyük şansındır.Yeni bir gün yeni bir umudun ışıltısı doğar göz bebeklerinden.Yeni bir gün,yeni umutlar…Yeni her bir şey unutturacaktır yada alıştıracaktır seni onsuzluğa.Çünkü gidenin bıraktığı yalnızlığı hep taze umutlar doldurur.

İnsanı umutlarıdır yaşatan,sende bilirsin bunu.Çünkü varken insanın yarınlara dair umudu,yağan yağmura,ıslak kaldırımlara,yağmur sonrası toprağa bakıp içlenmezsin.Kırmazsın kırgınlığına sebep olmayan insanları,havaya küfürler savurmazsın kızgınlığında.

Çünkü umut,
çünkü yaşamak;
yalnızda olsa yaşamaktır(!)