Sunday, October 16, 2011

Dunyanin merkezi...


Butun ilahi dinlerin kitaplarinda, vatandaslik kitaplarinda, felsefe ve psikoloji kitaplarinin cogunda yer alan bir ilke vardir:  “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran” dır. Bu sözün sınırını,kisisel olarak hepimiz ayri cizeriz ama genel olarak, baskalarina kotuluk yapmayacak, onlari incitmeyecek sekilde davranmak olarak cozumleyebiliriz. Gel gelelim gunluk hayatta, karsilikli -resmi ve resmi olmayan -iliskilerimizde bu söz ilişkileri geliştirip kolaylık sağlamak şöyle dursun, ilişkileri bozar ve hayatı zorlaştırır.

“Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına aynı biçimde davran” demek, “Herkes benim gibi olmalıdır” veya “Benim istek ve beklentilerim herkes için geçerlidir” demekten farklı değildir.

Bir arkadasimla dun aksamki diyalogumdan sonra, onun yaptigi gibi kendimi sanki “dunyanin merkezi benmisim” gibi dusunmeye karar verdim. Once “ben daha birsey soylemeden- git basimdan” vurgusunu kullanip, ayni imayi ben yaptim. Sonrasinda arkadasimin her zaman yaptigi “dunyanin merkezi benim” tutumu takindim. Ilk basta nasil olur, becerebilirmiyim diye cok dusundum. En sonunda humanist olmayi unutup, bir kac saatligine bu role burundum. Bana eski yillarda tiyatro sahnesindeki tadi vermesede birkac saat boyunca bu rolun gerektirdigi gibi davrandim. Ve bu tutumdan duydugu rahatsizligi gordum. Kendimi “neden rahatsiz oluyorsunki!” demekten geri alamadim tabiki.
Hatirladigim diger bir ornekte eski yillarda benimde yer aldigim bir arkadas gurubundan. Bu guruptan bir arkadasim yeni tanıştığı insanlarla hemen senli-benli olur, isimleriyle hitap eder ve yarı müstehcen fıkralar anlatmaya başlardı. Bunun pek uygun kaçmadığı kendisine hatırlatıldığı zaman da, “Ama onlar da bana aynı şekilde davranabilirler, ben buna izin veriyorum ve ben de bundan hoşlanıyorum” anlamına gelecek bir şeyler söylerdi.

İş hayatımda ve sosyal hayatta bu ilkenin dayandığı varsayımın verimliliği ve ilişkileri olumsuz yönde etkilediği çok sayıda örnek gördum ve gormeyede devam ediyorum.

Yöneticiler işe insan seçerken kendi ayna hayallerini tercih ediyorlar. Kendilerine bağlı çalışanları motive ederken de , kendilerini motive eden her ne ise, onu motivasyon öğesi olarak kullanıyorlar. Birçok yöneticinin ağzından şuna benzeyen sözleri defalarca cikmistir. “Ben işe yeni başladığımda, yöneticim bana bir şey söylediğinde bunu yapmak için dağları delerdim, ovaları aşardım”. Bu ifadenin arkasında, herkesin kendisi gibi olması gerektiği varsayımı yatar. Yöneticiye göre kendisini motive eden her ne ise, çalışanını da motive etmesi edecektir.

BAHÇEVANLARI ÖRNEK ALIN

İyi yöneticiler, iyi öğretmenler, bahçevanları örnek alırlar. Bahçevan her çiçeğin ve bitkinin gelişmesi için farklı su, sıcaklık, ışık ve bakıma ihtiyaç duyduğunu belirler. Onlar da astlarının, öğrencilerinin bireyselliğine ve özgün kişiliğine saygı gösterirler.

İyi öğretmenler gibi iyi yöneticiler de her bireyin farklı olduğunu ve empatinin, herkesin duygularını kendi duygusu gibi kabul etmek anlamına gelmediği bilir. Bu nedenle genel ahlak öğretisindeki kuralın aksine, “herkese kendisine nasıl davranılmasını istiyorsan, öyle davranmak gerekir.” Bunun içinde sıradan öğretmenlerin ve yöneticilerin yaptığı gibi “genelleyerek” değil; insanların hayatında iz bırakan öğretmenlerin ve iş liderlerinin yaptığı gibi “bireyselleştirerek” yaklaşmak ve yönetmek gerekir.

“Peki nasil bireysellestirecegim? ““Nereden bileceğim?” , “Bunun da birkaç yolu var. Bu yollardan bir tanesi tek kelimelik bir cevap : “Sorun” ikincisi, karşınızdakinin beden diline dikkat edin.

Genelleyerek değil, bireyselleştirerek, etrafimizdaki insanlari tanimak gerekir. Bunun yolu da ona zaman ayırmaktan geçer. 

Bu tarz bir surecte bu kisiyle birlikte oldugunuz zaman dilimi icinde, birçoklarının yaptığı gibi kendisi konuşup, karsisindakine ders vermek veya “ne kadar hayran olunacak bir insan olduğunu”, anlatmak yerine onu anlayacak sorular sormalisiniz tabiki.

No comments:

Post a Comment